İş Konuşuyoruz 18. bölüm: Panasonic Doğu Avrupa Müdürü Ali Oktay Ortakaya

Sizi biraz tanıyalım…

1997 İTÜ Elektronik ve Haberleşme girişliyim aslında. Mühendislik hep istediğim bir alandı. Sınav sisteminde nereyi kazanacağınız çok belli olmuyor. İTÜ’den sonra HP tarafında bire call center operasyonuna girdim. Aslında kariyerim 2002 yılında başladı. İki sene orada çalıştım. Daha sonra satışa yöneldim. Her ne kadar mühendislik eğitimi alsam da karakterim ofis ortamında oturup günde 8-9 saat mühendislik yapmaya uygun değildi. İnsanlarla iç içe olabileceğim ve teknik bilgilerimi de kullanabileceğim bir kariyer hedefim vardı. O yüzden HP’nin bir iş ortağı Enter Bilgi Sistemleri’nde yazıcı grubunun satış müdürü olarak başladım.

“6 SENE BİTİYOR”

İki sene orada çalıştıktan sonra HP Türkiye’ye geçtim. Bu kariyerimdeki en önemli dönüm noktalarından biridir. HP’de yaklaşık beş sene boyunca iki önemli görev aldım. Önce yazıcı tarafında kurumsal müşterilere danışman olarak başladım. Daha sonra da kişisel sitemler ekibinde iş istasyonları ve avuç içi bilgisayarlardan sorum ürün ve kanal müdürü olarak görev aldım. Sonra askerlik kapıyı çaldı. Döndüğümde biraz daha farklı bir alanda görev almak istedim. O arada gelen tekliflerden benim için en cazibi Black Berry’di. Black Berry’de kurumsal ekibi kurma ve oradaki işi yönetmek adına kurumsal satış direktörü olarak işe başladım. Daha sonra da şu an olduğum şirket Panasonic’ten bir teklif geldi ve 2012’nin Eylül ayında Panasonic’e geçtim ve neredeyse 6 sene bitiyor. Panasonic’te ekip olarak Türkiye’de kurumsal mobil çözümler dediğimiz ve ticari markalarımız Toughbook ve Toughpad’in olduğu mobil çözümlerin kurulumunu yaptık. Mayıs 2018’de de yeni konumuma geldim.

5ekimalioktaygraf

Bulunduğunuz konumdan kısaca bahseder misiniz?

Yeni pozisyon biraz Panasonic’in global stratejisinin mobil çözümler tarafını değiştirmesi ve benim profilimdeki arkadaşların daha üst düzeyde görev almasına tekabül ediyor. 1 Mayıs 2018 itibariyle Türkiye’nin yanın Doğu Avrupa ve İtalya bölgeleri de bana bağlandı. Buradaki amacımız globaldeki stratejimizi Avrupa’da bölge müdürleri olarak bizler kendi ülkemize nasıl geliştiririz, ekipleri yeniden nasıl yapılandırırız, iş ortakları organizasyonumuzu tekrardan nasıl gözden geçiririz ve özellikle tabiki en önemli nokta son kullanıcıya gidiş metodumuzu nasıl belirleriz? Bu önemli bir sorumluluk. Türkiye’deki başarının bunda önemli bir etkisi var. Ama tabi Türkiye’ye göre totalde baktığınızda beş kat daha büyük bir insan kaynağını yönetmek demek. O yüzden çok ciddi bir sorumluluk ve fırsat. Üç ay geçti keyifle devam ediyor.

En önemli ürünlerinizin başında gelen Toughbook ve Toughpad hakkın kısaca bilgi verebilir miziniz?

Kurumsal mobil çözümler portföyünü biz segmentasyon anlamında üçe bölüyoruz. Bir tanesi mobil notebooklar ve tabletler ve el terminallerinin olduğu, ticari markalarımız olan Toughbook ve Toughpad var. İkinci bacak, aslında bunları tamamlayan kurumsal müşterinin ihtiyaçlarını toplu halde çözebilen Toughbook ve Toughpad’in yanına sattığımız bütün donanım aksesuarları. Üçüncü bacak ise yine bunları tamamlayan yazılımlar ve servisler. Bunların üçü kurumsal bir müşterinin mobil proje yaparken ihtiyacı olan kalemler. Tabi çıkış noktamız ilk Toughbook ve Toughpad ile başlıyor. İhtiyaca göre yanına yeni kalemler de gelmeye başlıyor. Stratejimiz gereği bu segmenti, özellikle ikinci ve üçüncü segmenti, yazılım ve servis hizmetlerini nasıl çok daha fazla genişletiriz şu an onun planlaması bitti harekete geçişini yapıyoruz. Toughbook ve Toughpad artık pazarda çok alışılageldik kelimeler. Bir kurum dayanıklı mal istiyorsa Toughbook diyor. Marka belirtmiyor.

Fotoğraf: Aytaç Akyurt

Fotoğraf: Aytaç Akyurt

Toughbook ve Toughpad’in özellikleri neler?

Ürünlerin dizaynı ve özelliklerinden sektöre özgü denebilir. Hem müşterini bizi seçmesi açısından hem bizim müşteriye gidişimiz açısından böyle bir durum var. Çok zor şartlarda çalışabilen, düştüğü zaman kolay kırılmayan, toz ve su geçirmeyen, yağmur altında, düşük ya da yüksek sıcaklıklarda hala çalışabilen, üzerinde çok fazla endüstriyel ara birim barındırabilen ve bunları müşterinin ihtiyacına göre konfigüre edebildiğimiz notebooklardan ve tabletlerden bahsediyoruz. Doğal olarak evet, her sektör ve her kullanım alanı değil. Önemli sektörlerimiz tabiki savunma sanayi, enerji sektörü, üretim, lojistik, ulaşım, sağlık. Diğer bilgi teknoloji şirketlerine sorsan bu soruyu ilk finans ve telekominikasyon diyecekleridir. Bizde tam tersi. Aslında finans ve telekom dışındaki neredeyse bütün sektörlerde beyaz yakaya değil mavi yakaya uygun ürünler demek daha doğru.

Bilişim sektörü hakkında genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Türkiye’de sektör hala çok küçük. Son rakamlara bakarsanız hala donanıma endeksli. Yazılımın ve İT servis tarafının toplamdaki payının hala çok küçük kaldığı daha çok Telekom hizmetleri ki bunun altında maalesef akıllı telefon gibi tüketim özellikli ürünlerin büyük pay sahibi olduğu bir bilgi teknolojileri pazarı var. Sektörü de küçük. Üreticileri de iş ortaklarını da topladığınızda aslında çok belli. Bir insan işten çıkıp başka bir yere gittiğinde herkes birbirini tanıyor. Sektör o kadarda büyük değil. Büyük perspektifte Türkiye’nin ekonomik gelişimi açısında teknoloji sektörü çok kritik. Hem kamunun hem özel sektörün hem de üreticiler olarak bizleri destekleyen politikalar üretiyor olması lazım. Bence pazarın büyümesi gereken alan yazılım ve hizmetler. Katma değerin çok daha fazla olduğu yer. Bu hem üretici olarak bizler hem beraber iş yaptığımız iş ortaklarımız için de büyüme ve fırsat yaratacak alan.

“BİLGİ TEKNOLOJİLERİ PAZARI EKONOMİK ANLAMDA TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ AÇACAKTIR”

Diğer bölgelerle kıyaslarsam arada çok büyük fark var. Çok uçmaya göre yok. Biraz daha elma elma pazarlarla kıyaslamak lazım. Yani Almanya İngiltere örneği ekonomik gelişim ve bulunduğumuz seviye açısından çok doğru örnekler değil. Ama Polonya ve Rusya’yı baz alalım. Polonya, Rusya ve Türkiye’yi baz aldığınızda bahsettiğim payda yanlış hatırlamıyorsam bizde yüzde 16’da. Yani yazılım ve İT servislerinin bütün bilgi teknolojileri pazarındaki payı akıllı telefonları çıkardıktan sonra yüzde 16. Ama Polonya’ya baktığınızda bu oran yaklaşık yüzde 23-24’lere, Rusya’da yüzde 29-32 bandına çıkıyor. Bence bizim gelmemiz gereken nokta akıllı telefonlar hariç en az üçte birinin yazılım ve servis hizmetlerinden olduğu bir bilgi teknolojileri pazarı Türkiye’nin önünü ekonomik anlamda çok daha fazla açacaktır. Bunun için politikalar anlamında hükümetten desteğe ihtiyacımız var.

Polonya ve Rusya gibi olmak için ne gibi adımlar atılabilir?

Tek bir adım değil tabi. Bu uzun vadeli bir plan. Cumhurbaşkanlığının altında bir dijital dönüşüm ofisi açılıyor. Bence en kritik nokta bu ofisin nasıl bir yol haritası izleyeceği. O noktada bize düşen bir görev varsa seve seve destek olmaya hazırız. Orada önemli olan ülkemiz için doğru bir dijital dönüşüm haritasının çıkarılması. Hem kamu aynı zamanda özel sektöre de bir yol haritası gerekiyor. Çünkü özel sektör de o anlamda ülkenin nereye gittiğini görmek istiyor. Startapplara destek önemli bir nokta. Türkiye’nin büyümem alanlarında biri teknoloji olacaksa girişimcilere çok büyük destekler lazım. Teknokentler fena bir pozisyonda değil ama bence teşvik anlamında desteğe ihtiyacı var. Ama bir yandan da şuna katılıyorum; her şeyi devletten beklememek lazım. Özel sektörün de burada üzerine düşen desteği göstermesi lazım. Yatırımcıların desteği göstermesi lazım. Silikon Vadisi’Ndeki girişimcileri hayal görmeyelim. Kendimizi bazen Türk milleti olarak çok aşağıda görüyoruz. Bence hiç öyle görmeyelim aksine çok doğru alanlar var. Yeterki arkadaşlar doğru desteği alabilsinler. Bence kamunun doğru stratejisi, özel sektörün buna destek verdiği startapplar, bizim gibi üreticilerin Türkiye’de donanım ya da yazılım alanındaki yatırımları teknolojide gelişmiş ülkelere baktığınızda bunlar var. Bu yüzden gelişmişler. Bizim de kapatmamız gereken açık bence bu.

Panasonic şirketinin Türkiye’ye bakışı nasıl?

Japonlar zor bir millet. Benim alışmam yaklaşık bir sene sürdü. Çünkü ben hep Amerikan şirketlerinde çalıştım. Güzel noktası şu; Japonlar çok uzun vadeli bakıyorlar. Yani Türkiye’de uzun vade deyin yarın bile uzun vade olabilir. Ama şöyle söyleyeyim ben geçen sene 2023 planı verdim. 2023’te bizim Türkiye’de nasıl bir pozisyonda olacağımıza dair bir rapor. Şirket şunu görmeye çalışıyor aslında tabi bunun içine Türkiye de dahil: Hangi pazarlarda, nerelerde nasıl fırsatlar var? Biz ne yaparsak bunları doğru şekilde adresleriz ve hem Panasonic hem ülke için katma değer yaratırız? O yüzden Türkiye’yi çok kıymetli görüyorlar ve bunun en büyük sebebi belki de benim ve ekibimin burada bir şeylere başlıyor olmasıydı. Bu destek hala devam ediyor. Hatta Türkiye için hala büyüme planlarımız var. Çünkü pazarda fırsat görüyoruz. Ekonomi son 16 yılın belki bir iki senesi hariç ancak rakamlara bakarsınız o bir iki sene de dahil hala büyüyen bir ekonomi var. Çoğu ülke rezisyona girmişken burada hala bir büyüme var. Satın alma gücü eskiye göre nispeten daha iyi ama hala olması gereken AB kriterlerinde değil. Ama bunlar aslında bir de fırsat yaratıyor ister istemez. O fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Şirket burada fırsat görüyor ki bence bunun önemli noktalarından biri 2014 yılındaki Viko satın alamsıydı. Şirket 460 milyon dolara büyük bir yatırım yaptı. Aslında bu Türkiye’ye ne kadar önem verdiğimizin önemli bir göstergesi. Vermeye de devam edeceğiz. Çünkü biz kendimizi bilgi teknolojileri şirketi değil teknoloji şirketi olarak tanımlıyoruz. Çünkü Panasonic sadece İT’de iş yapmıyor. Diğer üreticilerimizden farkımız o. Bugün baktığınızda Japonya’da ya da dünyanın bir çok yerinde güneş panelinden pile kadar bir çok ürün gamında ürün yaratıyoruz. Doğal olarak Türkiye’de olduğu gibi fırsat gördüğümüz pazarlarda ona göre organizasyonel yapılanmalar devam ediyor.

Döviz kurlarındaki oynaklık etkili oluyor mu?

Doğruyu söylemek gerekirse pozitif anlamda da negatif anlamda da etkilemiyor. Müşterilerimizin bir projesi varsa o projeler zaten döviz bazında bütçeleniyor. Sonuçta bir ihtiyaç varsa ve bu ihtiyaç vazgeçilemez bir ihtiyaç ise kur bizim satış planlarımızı çok da etkilemiyor. Çünkü özel dizayn olduğu için çok da normal pazardaki standart bir notebook ya da standart bir tablet fiyatı seviyesinde değil. Doğal olarak oradaki değişiklikler bizi etkilemiyor. Alacak müşteri zaten alıyor. Almayacak müşteri de zaten almıyor. Yani, kurun çok etkili olduğunu söylemek biraz zor ama satın alma kararını geciktirebiliyor. Ama iş kaybetme ya da pazardaki dinamiklerin değişmesi anlamında kurun çok negatif bir etkisi olduğunu söyleyemem.

Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

Çalışmayı nasıl tanımladığına bağlı. Ayın yarısında Türkiye’de değilim zaten. Biz bütün ekip olarak home office çalışıyoruz. İşini düzgün yaptığın sürece nerede çalıştığının bir önemi yok. Doğal olarak bu soruya kendi açımdan da ekip açısından da bir şey söylemek çok zor. Ama 8-9 saat değil. Heralde ortala 11-12 saati buluyor. Ama hafta sonları asla çalışmam. O çok önemli bir kriterim. Onu oğullarıma ve eşime ayırmaya çalışıyorum.

En son izlediğiniz film?

Uçaklarda çok izlerdim. Onu da bıraktım. Mayıs’tan beri uçaklarda da çalışıyorum. İki üç aydır film izlemedim desem yeridir.

Kitap tercihleriniz neler? Bilişim teknolojileri üzerine mi okursunuz?

Bilişim teknolojileri üzerine çok okumuyorum. Biraz daha ekonomi üzerine çok daha fazla okuyorum ama kendimi çok kaptırdığım şeyler de var. Dan Brawn’ın Başlangıcı’nı okudum çok da keyif aldım. Bütün seriyi okudum ama Başlangıç biraz daha farklıydı. Bir de zaman içinde bakış açınız çok değişiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir